Aşk insanı büyütür; önce hissettirdiği tarifsiz mutluluk sonra kaybetmenin verdiği derin acıyla...
Günün birinde kimselere bahsedemeyeceğiniz türde bir sevgiye kapılırsanız?
En derine gömmeniz gereken ve ne kadar uğraşsanız da bir türlü peşinizi bırakmayan. Yok olup gideceğine zamanla daha da büyüyerek varlığınızı kaplayan ve sonunda ta kendiniz olup size dönüşen bir sevgiye?
Her bitişin yeni başlangıçlara açılan bir kapı olduğunu hatırlatan Kurtlara Söyle Eve Döndüm, önyargıların yalnızca gerçek sevgiye boyun eğdiğinin de güzel bir kanıtı...
Yorumum:
Merhaba, kitap aşıkları! Bugün, Kurtlara Söyle Eve Döndüm'ün yorumunu yapacağım. Daha önce buna benzer hiçbir kitap okumamıştım. İyiki Kiler indiriminden bulup almışım. *thanks god* Alırken kitap hakkında zerre bilgiye sahip değildim. Böylesi daha iyi olmuş, bence.
Kitap, June adında ergenlik çağında olan bir kız tarafından anlatılmakta. Bana başta kitap çok değişik ve çok korkunç gelmişti. "Kendi dayısına aşık bir kız, ne kadar normal olabilir ki?" diye düşünmüştüm. June'un hissettiği duyguları kendi ağzından anlatmasıyla birlikte, tüm bu düşüncelerim kayboldu. Bu kadar masum bir aşka şahit olamazdım, sanırsam. Özellikle homofobik insanların bu kitabı okumasını istiyorum. Çünkü, bu kitabı okuduktan sonra hala nasıl homofobik kalacaksınız, merak ediyorum.
June, gayet sessiz ve uyumlu bir kız. Çekirdek bir ailenin en ufak çocuğu. Ablası Greta ile hiç geçinemezler. Bir zamanlar, June'un en yakın arkadaşı Greta iken, June'un ilgisinin Finn'e kayması, abla ve kardeşi birbirine düşürür.
Kitapta Greta çok acımaz bir karakter. Filmlerde gördüğümüz umursamaz, burnu havada olanlardan.
Finn, çok yakın bir tarihte AIDS'ten dolayı öleceğini öğrenmiştir. June, Finn'in AIDS olduğunu öğrenince ona eskisi gibi fiziksel olarak yakın durmaz. Kitabın geçtiği zamanlar yani 1987'de, AIDS ile ilgili nerdeyse hiçkimse hiçbir fikre sahip değildi. Bu yüzden June, tek bir öpücükten kendisine AIDS bulaşacağından korkarak, dayısına fiziksel açıdan mesafeli davranmaktaydı. Dayısı ve Junie'nin arasındaki bağ o kadar değişikti ki.. Junie, dayısına aşık ve hayran. Ama bu hayranlığın bir üst derecesinde. Sevgisi de kendisi kadar masum.
Finn'i muhteşem biri olarak görüyor ve dünyada eşi benzeri bulunmayacak bir insan olduğuna inanıyor. Onu ortaçağ hayranı yapan bu adama son derece bağlı.
Junie, okul çıkışlarında kendisini ortaçağda hissetmek için sık sık ormana gider ve değişik oyunlar oynar. Finn'in kendisine hediye ettiği ortaçağ çizmeleri, uzun eteği ve kendisine 2-3 beden bol gelen kazağıyla, ruhunu dışına yansıtmakta. Finn'den başka arkadaşı yoktur ve gerekte duymaz. Ona her zaman Finn'in yettiğini düşünür.
June, ablası Greta'nın kendisine neden zalimce davranıdığına bir anlam veremez ve çokta üzerinde durmaz. Kitabın ilerisinde Greta'nın bazı şeylerden dolayı kendi duvarlarını ördüğü anlıyoruz.
Finn, öldükten sonra bazı gerçekler ortaya dökülür ve Junie, Finn'in düşündüğü kadar da muhteşem bir insan olmadığını anlar. Tüm bu hareketleri, sanatsal ruhu başka insanların Finn'de beden bulmuş halidir. Kitabın adının neden Kurtlara Söyle Eve Döndüm olduğunu da açıklamak istemiyorum, kendiniz okursanız daha fazla anlam çıkarırsınız, eminim.
Yazarın ilk kitabı olmasına rağmen, bu kadar ustaca yazması beni şaşırttı. En ufak bir olayı bile, kullandığı o müthiş kelimeleriyle süsleyerek, çok değerli bir hale getirmiş. Betimlemeleri, olay döngüsü her şeye bayıldım. Karakterler o kadar derin yaratılmış ki, bazen ben bile anlamakta güçlük çektim. Bazı bölümlerini birkaç kez okudum. Elimde olsa, sonsuza dek bu kitabı okurdum. Tabii, böyle bir şey imkansız. 2015'de okuduğum en en en iyi kitaptı!
Kurtlara Söyle Eve Döndüm'e verdiğim puan: 5/5
Sizlere kitapta en beğendiğim alıntıları paylaşmak istiyorum.
"Ona büyüyünce evimin nasıl olacağını anlatıyordum. Finn gülümseyerek bana dönmüştü.Gözleri herzamankinden daha maviydi sanki. "Sen tam bir romantiksin, June," demişti.
O sırada Finn'e çok yakın duruyordum. Sergiyle ilgili anlatacağı hiçbir şeyi kaçırmamak için hemen yanındaydım. Ama bunu duyunca geri sıçramıştım ve öyle bir kızarmıştım ki neredeyse nefes bile alamıyordum. Vücudumdaki bütün kan yanaklarımda toplanmıştı ve kalbimin etrafındaki deri kanın çekilmesiyle şeffaflaşmıştı sanki.
"Romantik falan değilim," demiştim olabildiğince çabuk davranmaya çalışarak. Yüzümü öteki tarafa çevirdim. Finn'in ne kadar utandığımı görmesinden korkuyordum. Kafamdan geçen tüm o tuhaf düşünceleri anında okuyacak diye ödüm patlıyordu.
Sonunda ona yeniden baktığımda yüzüne tuhaf bir ifadeyle bana baktığını görmüştüm. Sadece bir saniyeliğine. Bir an için yüzünde belirip kaybolmuştu. Sonra bunun üzerini örtmek istercesine gülümsedi.
"Bir romantiksin, dedim aptal. Çifte kumru romantizminden bahsetmiyorum. Bana omuz atacakmış gibi eğilmişti ama sonra geri çekildi.
"Aradaki fark ne ki?" diye sordum temkinli bir biçimde.
"Romantik olmak demek her zaman güzel olan şeyleri görmek istiyorsun demektir. İyi olan şeyleri. Hayatın acı gerçeklerini görmek istemediğin, her şeyin sonunda yoluna gireceğine inandığın anlamına gelir."
Tuttuğum nefesi bırakmıştım sonunda. Bu çok kötü sayılmazdı.Yanaklarıma toplanan kan sonunda dağılmaya başlamıştı.
Cesaretimi topladıktan sonra, "Peki, ya sen?" diye sordum Finn'e. "Sen de bir romantik misin?"
Finn bir an durup düşündü. Sonra gözlerini kısarak bana baktı; geleceğimi görmeye çalışıyormuş gibi. O an böyle hissetmiştim. Sonra, "Bazen. Bazen bir romantiğim, bazen de değilim."
"Hayatta insanlara ikinci bir şans verildiğini mi sanıyorsun? Buna mı inanıyorsun? Ben sana söyleyeyim, ikinci şans diye bir şey yok. Bu fırsatlar birdenbire yanı başında bitiverir ve sonra ne olduğunu bile anlamadan... sen daha ne olduğunu bile anlamadan uzakta, geride kalmış bir hayale dönüverirler. Sonra ne olacak peki? Sonra elinde ne kalacak? Ben sana söyleyeyim ne olacağını, beni arayıp keşke seni dinleseydim diyeceksin. Keşke şans kapıma kadar gelmişken peşinden gitseydim diyeceksin. Keşke..."
"Her gece odanda ne dinlediğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Requem'den haberim olmadığını mı? O müziği Finn'e ilk kim dinletti sanıyorsun? Güzel olan şeylerden anlayan bir tek o değil"