13 Mayıs 2015 Çarşamba

KİTAP YORUMU #8 | Fırsatçı(Love Me with Lies, #1)

Arka Kapak: 
Kalbini sadece bir kez verebilirsin; ondan sonraki her şey ilk aşkının peşinden gelir.
  
Her fırsattan istifade etmesiyle bilinen sivri dilli Olivia Kaspen, akılsızca çekip gitmesine izin verdiği eski erkek arkadaşı Caleb Drake ile şans eseri karşılaşınca kendisini ilk aşkıyla ikinci bir şans isterken bulur.
Caleb’ın hafızasını kaybettiğini öğrenen Olivia, onu geri kazanmak için ne kadar ileri gidebileceğine karar vermelidir. Ancak gerçek kimliğini ve kötü geçmişlerini gizli tutmaya çalışan Olivia'nın en büyük engeli Caleb'ın kurnaz yeni kız arkadaşı, Leah Smith'tir.
Böylece bu iki hırslı kadın arasında kendilerini hatırlamayan bir adamı elde etmek için girdikleri vahşi bir mücadele başlar. Ama çok geçmeden Olivia, bir zamanlar kendisinin olanı almak için savaşırken yalanlarının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalır.
 
Peki, aşk her şeyi affeder mi? 

Kitap Yorumum: 
 Herkese merhaba! Nasıl gidiyor? Ben şu aralar blogumda çalan şarkılar yüzünden biraz depresif hissediyorum. Hiçbir derdim yokken kendimi bu moda sokmak hoşuma gidiyor.
Bugün sizlere Fırsatçı kitabını yorumlayacağım.

 Fırsatçı bir aralar İnstagram'da bayağı bir ses getirdi. Herkes, okudu, etti. Sonra yorumlar yapılmaya başlandı ve kitapta birçok hissin aynı anda tadıldığı söylendi. İkea'ya gittiğim sırada 7.90'a görünce dayanamadım, aldım. İki günde bitirdim ve bunu söylerken utandığımı hissediyorum. Çünkü, kitap zaten 300 sayfa civarı bir şey ve ben beğendiğim kitapları bir solukta okurum. Şimdi "Bunu beğenmedin mi?" diyeceksiniz. Bu sorunun cevabını almak istiyorsanız, okumaya devam edin.

  Kitap üniversitede geçiyor. Ve ben okul aşklarına bayılırım! Kitabın kapağını açtım ve bu yalanlarla dolu dünyada kaybolup gittim. Hala etkisinde kaldım ve beni bu acımasız kitabın üzücülüğünden kurtarabilecek birini bekliyorum. Gerçekten, aranızdan biri okursa beraber saatlerce dedikodu yapabiliriz.

 Eğer, okuduğunuz kitaplarda baş karakterin ne dediğini bilmez, olup olmadık yerde pot kıran ve her bir sözde kendini ezdiren bir şey olduğundan yakınıyorsanız, bu kitap tam size göre! Sadece baş karakterler, değil; her karakter, yarım saat ağzımı açık bıraktı ve kötü sözler söylememe neden oldu.
Hepinizin aksine ben baş karakter olan Olivia'ya bayıldım. Çok fazla yanlış yaptı ama bunların hepsi sevdiğini geri kazanmak adınaydı. Biraz konusundan bahsedeyim, direk yoruma girdim ben.

Bir gün, kendinizi D&R gibi bir mağazada düşünün. Üç yıl sonra, kötü hatta çok kötü bir sonla ilişkinizi bitirdiğiniz, eski erkek arkadaşınızla karşılaşıyorsunuz. Bir anda gözünüze yaşadığınız onca anılar doluşuyor. Acı, tatlı ama hepsi. Birden, onu unutamadığınızı ve hiçbir zamanda unutamayacağınızı anlıyorsunuz. Eski erkek arkadaşınız, sizi kendine çekiyor. Aranızda sanki hala koparılmamış bağlar var. Ve siz ne kadar uzaklaşmak isteniz de, bu bağlar sizi göbek deliğinizden bağlamışcasına bırakmıyor.
Olivia, Caleb'in yanına gidiyor ve onu uzunca bir süre süzüyor. Caleb'in her zerresini ezberlerlemiş olduğunu fark ediyor. Aniden sohbet etmeye başladıkları an, Olivia Caleb'in onunla neden sert konuşmadığına çok şaşırıyor. Sanki ona yapılan onca kötülüğü hatırlamıyormuş gibi...
Ama cidden meğersem çocuk hafızasını kaybetmiş. Daha sonrasında, o kadar yalanlar dönüyor ki... Allaah, yaniii.

 Bir karakter daha var ve onun adı: Leah. Leah, Olivia ve Caleb'in ayrılıklarının ardından Caleb'i toparlayan kişi. Yani onun şimdiki sevgilisi. Yine herkes ondan nefret etmiş ama ben etmedim. Çünkü bazen sevdiğiniz için her şeyi yaparsınız. Ama bu kadın fazla psikopat gibiydi. Ben Olivia'yı gerçekten çok sevdim. Belki de yaşadığı şeyler bana acıyı hissettirmiştir.

 Bu kitabı nasıl bir ruh haliyle okuduysam, çılgınlar gibi delirmem gerekirken hep ağladım. Ağladım, ağladım ve ağladım. Kitabı gerçekten çok beğendim ve ikinci kitabını okumak için sabırsızlanıyorum. Yarın ya da bu akşam bir şekilde temin etmeye çalışacağım. Eğer puan verecek olursam, 5'de 5 verirdim.


Posted on 09:45 | Categories:

7 Mayıs 2015 Perşembe

KİTAP YORUMU #7 | Hiçliğin Kıyısında - J.A. Redmerski



Arka Kapak:
Yirmi yaşındaki Camryn, alışılmışın dışında bir yaşam tarzı düşlemektedir. Fakat başına gelen trajediler bu yaşamı kendisinden zorla çekip alınca, ilk bulduğu otobüse atlayarak varış noktasını bilmediği bir yolculuğa çıkar. Çıktığı bu kendini yeniden keşfetme yolculuğunda, kendisi gibi nereye gideceğini bilmeyen, Andrew Parrish adında biriyle tanışır. Fakat Andrew'un da bazı karanlık sırları vardır…

Andrew yolculukları esnasında Camryn'e kimseye bağlı kalmadan, içinden geldiği gibi yaşama, en derin ve kuytu arzularına teslim olma sanatını öğretir. Ancak Andrew'un ondan gizlediği sır yolun sonunda kendisini beklemektedir. Bu sır ikiliyi bir araya getirebilecek midir, yoksa onları sonsuza dek birbirlerinden ayrılmaya mı mahkûm edecektir?
"Hiçliğin Kıyısında mı? 'Muhteşemliğin Kıyısı'na ne dersiniz? Çünkü şu anda tam olarak bu durumdayım."
-USA Today-

Kitap Yorumum:
    Herkese uzun bir aradan sonra tekrardan merhaba! Bu sefer kısa süreli vedam gerçekten uzun oldu. Sanırım bunun sebebi, 1 hafta önce girdiğim hayatımdaki en önemli sınavdı. *Kaç yaşındasın ki, ne kadar önemli olabilir, demeyin. Çünkü şu 14 senedir girdiğim en zor ve sıkıntılı sınavdı* İtiraf etmek istiyorum: Başarılı bir öğrenciyim. Bakalım lisede de bu başarıdan biraz parçalar kalacak mı? Eğer şu blog işlerine devam edersem, hep birlikte göreceğiz. TEOG bittikten sonra o kadar çok rahatladım ki, anlatamam. Anlatmaya çalışsam da beceremem.

 Aslında bu kitap benim kitaplığımda çok uzun bir süredir bekliyordu. Açıkcası, ona bu haksızlığı yaptığım için kafamı alıp dağlara taşlara vurasım var. Ama eğer bunu yaparsam, siz yorumsuz kalırsınız, değil mi? Çokta benim yorumuma ihtiyacınız varmış gibi konuştum ama siz beni bozmayın. Böyle ilerlemek, birilerinin umrundaymış gibi davranmak hobilerim olmuş durumda.

 Kitabı bitirdikten sonra, fikirlerim değişti. İstediğim şeyler ve istemediğim şeyler arasında bir alışveriş oldu. Bu kitabı okuduğum için zerre pişman değilim ve asla da olmayacağım. Farkındaysanız lafı habire döndürüp duruyorum bunun sebebi ise, ne yazacağımı nasıl konuşacağımı bilmiyor olmam. Eğer bu yorumum kısa ya da kitabın mükemmelliğinden ibaret olursa bana kızmayın. Çünkü ben bu kitabı 2 ay önce okumuş, şimdi  yorumunu yapan, değişik küçük bir kızım. *Kendini acındırır.* Aslında, kendi kendine sohbet etmek güzelmiş. Bir ara günlük yazmayı denemeliyim.

 Kitabı kafam rahatken okumayı düşünmüştüm ancak bazen hiçbir şey umduğunuz gibi olmaz. Bu sene tüm kitaplarımı neredeyse okulda okudum, bitirdim. Bu da böyle oldu ama tek fark evde bitirmiş olmam. Okulda bitmediği için çok mutluyum çünkü o ergenlerin içinde salya sümük ağlamayı hiç istemem. Örümcek kafalıların dalga konusu olmak da beni pek tatmin etmez. Şu sözlerimden, okulumu, sınıfımı ve arkadaşlarımı hiç sevmediğimi anlamışsınızdır.

 Kitabın başlangıç sayfalarındayken ben de herkes gibi esas oğlanı Black sanmıştım. Çünkü ana karakter Cam, arkadaşlarıyla birlikte bir bara gittiklerinde çocukla yakınlaşma sahneleri olmuştu.

 Karakterin arkadaşlarından falan bahsetmek istemiyorum çünkü kitapta pek fazla yer almıyorlar. Cam, bu arada kendisinin cinsiyeti kız, pılını pırtısını toplayıp atlıyor bir otobüse. Hiç bilmediği şehirlerde kaybolmak istiyor. Onun için her gün aynı işi yapmak için, o kadar çabalamak çok saçma. Dünyayı gezmek, talan etmek istiyor.

 Otobüste tanıştığı, acı kokulu sırlarla dolu olan bir çocukla tanışıyor: Andrew. Andrew da Cam gibi derin bir kişiliğe sahip. Tanışma anlarını anlatmadım, sizin için okuyup öğrenmek daha iyi olacaktır.
Cam, hiç utangaç bir kız değil ve laf işittiğinde hemen karşılığını verebilecek nitelikte. Kitaplarda en sevdiğim özellik de bu. Kızların pısırık ve kendini ezdirmesinden nefret ediyorum. Sen kimsin de beni aşağılayabilirsin mesela? Dünyanın en yakışıklı çocuğunu karşıma koysalar, ona hakaret etmekten çekinmem. Tabii, bana hakaret etmediği sürece.
Cam, benim hiçbir zaman yapamayacağım şeyler yapıyor. Cam gibi cesaretli olmak isterdim. Geleceği düşünmeden hareket etmek nasıl bir duygu bunu öğrenmek isterdim.

 Başta sadece Cam'in sorunları olduğunu düşündüm. Andrew'un kendi kendine dertlenip üzülen bir çocuk olduğu aklımda yer edindi. Ancak ilerledikten sonra ne kadar yanıldığımı fark ettim. Bu kitabın adını ne zaman ansam aklıma uzun, upuzun bir yol gelir. Ve bu yolun ortasında zigzaklar çizerek ilerleyen, içinde iki duygulu insanı barındıran bir araba...

 Yazar kitabın sonunda beni o kadar şaşırttı ki! Tam ağlama moduna girdim, ve asıl olayı bir iki satır sonrasında görünce yazara lanetler okudum. "Ödümü koparıyordun, manyak kadın!" gibi tepkiler vermedim değil.

 Bu yorumum sanırım blogumdaki en saçma yorumdu. Bu kadar güzel bir kitabın yorumunu yapacak kadar iyi değilim ve konular ardı ardına beynimi kaplıyor. Umarım, ben boş kuruntu yapmamışımdır.
En sevdiğim alıntıları paylaştıktan sonra söz veriyorum, gideceğim.


"Zaten hiçbir şey sonsuza kadar sürmeyeceği için, bir zamanlar iyi olan her şey sonunda acı verir." 
"Yürek daima aşka galip gelir. Her ne kadar pervasız, intihara meyilli, mazoşist olsa da her zaman istediğini yaptırır."
"Geçmişte yaşarsan ileri gidemezsin. Geleceğini planlamak için çok zaman harcarsan ya kendini geriye itersin ya da hayatın boyunca aynı noktada kalırsın... Anı yaşa."

"Teşekkür ederim. Her şey için... Giysilerini katlamak yerine çantaya tıkmamı sağladığın için, arabada uyanmayayim diye müziği kıstığın için, restoranda şarkı söylediğin için. Bana yaşadığımı hissettirdiğin için."
"Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez"..."Bir duyguya kapılıp onun kölesi olmaktansa, o duygudan uzak durmak daha iyidir. Zaten hiçbir şey sonsuza dek sürmeyeceği için, bir zaman iyi olan her şey sonunda acı verir."
"Sen ruhumun eksik parçası, çiğerimdeki nefes, damarımdaki kandın. Eğer gerçekten geçmişte yaşadığımız hayatlar varsa, eminim ki biz her birinde sevgiliydik"
Posted on 09:22 | Categories:

3 Nisan 2015 Cuma

KİTAP YORUMU #6 | Colleen Hoover (Hopeless#1)


Lise son sınıf öğrencisi olan Sky çapkınlığı kendi şanıyla yarışan Dean Holder'la tanışır. İlk karşılaştıkları andan itibaren Holder onu hem korkutur hem de cezbeder. Ona dair bir şeyler, Sky'ın derinlere gömmek için çok uğraştığı sıkıntılı geçmişine ait anılarını ateşler. Sky ondan uzak durmaya kararlı olsa da Holder'ın kararlı tutumu ve esrarengiz gülümsemesi savunmasını yerle bir edip aralarındaki bağın güçlenmesini sağlar. Ama gizemli Holder'ın sakladığı sırlar vardır, bu sırlar ortaya çıkar çıkmaz Sky sonsuza kadar değişir ve güven duygusu gerçekler karşısında yenilgiye uğrar.

Sky ve Holder ancak çıplak gerçeklerle cesurca yüzleşerek yaralarını iyileştirebilecek ve sınır tanımadan yaşayıp birbirlerini sevebileceklerdir. 

Umutsuz nefesinizi kesecek, merakınızı uyandıracak size ilk aşkınızı hatırlatacak bir roman.


                                           _____________________________________

  Herkese merhaba. Bugün karşınıza muhteşem bir kitap olan Umutsuz ile çıkıyorum. Uzatmadan başlamak istiyorum çünkü süreyi ne kadar uzatırsam benim için yorum yapmak o kadar zor olacak.

  Sky, küçük yaşında üvey annesi tarafından evlatlık edinilmiş bir kızdır. Onu evlat edinen kadının, Karen'ın, çok fazla ilginç bulunabilecek özellikleri vardır. Evin önemli ve asla çiğnenmeyecek kuralları;
1- Abur cubur yemek kesinlikle yasak.
2- Teknolojik alet ile eve adım bile atılamaz.

Sky, bu iki kuralı göz önünde bulundurarak, 17 yaşına gelmiştir. Bu arada Sky adını çok seviyorum, türkçe anlamı: Gökyüzü. Sky, isminden de anlaşılmak üzere gökyüzüne bakmayı, yıldızlara bakıp hayal kurmayı çok sevmektedir. Genç kızın en yakın arkadaşı ve Six'in yapmayı en çok sevdiği şeylerden bir tanesi de; eğlenmek için -Sky'ın deyimi ile- uyuşmak için erkeklerle takılmak. Durum bu şekilde olunca Sky'ın takma adı sürtük olmuştur. Bu laflara aldırış eder mi? Hayır, çünkü o insanların saçma ve kırıcı dedikodularını umursayacak nitelikte bir kız değildir. Hani bazı kitaplarda gördüğümüz, sinirimizi bozacak seviyeye gelecek olan masumluğu ya da sümsüklüğü yok. O, bayan hazırcevap. 
Sky, hep evde ders görmüştür. Annesini okula gitme konusunda bezdirmesinin ardından, devlet okuluna gideceği kararlaştırılır. 

  Bayan hazırcevap, bir gün markete evin ihtiyaçlarını almak için gider. Sıradan günlük ya da haftalık alışverişini yaparken, karşısında taş bir çocuk bulur: Dean Holder. Sky, Dean'ı görür görmez onu kesmeye başlamış ancak çok fazla belli etmemeye çalışmıştır. Aldıklarını kasadan geçirip, işi bittiği sırada Dean'ın ona seslendiğini duyar. Fakat, gerçek olabileceğinden şüphelidir ve pek dikkate almaz. Daha sonra yine aynı sesi duyduğunda arkasını döner, ve duyduklarının yanlış olmadığını anlar. "Hey. Adım Holder." 
Sky, Dean'ın onunla flört etmeye çalıştığını düşünür. Ben de öyle düşünmedim değil. Daha sonrasında, tabiri caizse, Sky onu iplemeyince Holder, ona adını sorar. Sky'ı tanıdığı birine benzetir. Birkaç olaydan sonra, Sky, arabasına binip olay yerini terk eder. 

  Bu kadarla kaldığını düşünmeyin. Acımasız kader, onları bir araya getirir. 
Sky, yaklaşık 4 senedir koşucudur. Yine koşuş esnasında, Dean ile karşılaşır. Meğersem Dean onun evine çok yakın bir mesafede yaşıyormuş. Bu tesadüfün ardından birbirine çekim duyan iki genç zamanla konuşmaya, tanışmaya başlar.

  Dean, meşhur okulun meşhur kötü çocuğudur. Okurken çok sıradan bir kurgu, ve çok sıradan iki karakter olduğunu düşündüm. Ama akıcılığından dolayı insan istese de, istemese de kitabı bırakamıyor.
Okuldaki dedikoduya göre Dean, eşcinsel bir çocuğu öldüresiye dövmüş ve hapis yatmıştır. Kitabı okurken Dean'ın çok dengesiz biri olduğunu düşünüyordum. Çünkü ani sinir nöbetleri, beklenmedik davranışları falan beni çıldırtmaya yetiyordu. Fakat daha sonra sebebini öğrendiğimde, ona hak verdim. Holder, sırlarla dolu bir çocuk. Tek bir şeyi bile açıklasam büyük spoiler olacağı için pek ağzımı açmayacağım. Açarsam, hiç susmayacağımı biliyorum.




  Sizlere Dean ve Sky'ın yaşadığı, Dean'ın ani dengesiz davranışının olduğu bir yeri paylaşmak istiyorum. Bir gün, Sky ve Holder yemek yerken Holder, Sky'ın bilekliğini farkeder. Ve ona, bilekliği nereden bulduğunu sorar. Kızın üzerine fazla gider ve masayı terk eder. Ben okurken çocuğa bayağı saydırdım.. 

  Holder'ın aşkı ciddi anlamda çok samimi. Birbirlerine karşı "Seni seviyorum" değil de, "Seni yaşıyorum." diyorlardı. Ne kadar içten ve samimi bir cümle olduğunu farkında mısınız?



Kitabı bir 200 sayfa olduktan sonra artık bir bekleyişte buluyorsunuz kendinizi. Çünkü kitabın ilk 200 sayfası, tutkulu yiyişmeler, karakterlerin birbirini tanımasından oluşuyor. Arka tanıtımda sözü edildiği gibi, acımasız sırlar yüzüstüne çıkmaya başlıyor. Yazara lanet okudum resmen çünkü kitap ilerledikçe sadece tahmin yürüttüğüm şeylerin çıktığını gördüm. Aslında Sky ve Holder'ın arasında çok güçlü bir bağ var ve bu bağ sırlarla dolu. O kadar kötü şeylerle karşılaşıyoruz ki, içimiz burkuluyor. Dean, çok iyi bir sevgili. Acımasız gerçekler ortaya çıkınca onu destekleyen, arkasında olan, olduğu halin daha kötü olmamasını sağlayan Dean'dı. Ancaaak, kitapta en sevdiğim karakter Sky oldu. Yaşadığı onca şeye rağmen, dimdik ayakta kalması, insanlar hakkında ne düşünürse düşünsün umursamamayı, gerçek aşkın da gelebileceğini bize gösterdi. Sana ölüyorum, hazırcevap bayan. 

 Colleen Hoover, bildiğiniz üzere yabancı ülkelerde deli gibi satan bir yazar. Ve bu kitabı okuduktan sonra, bunun nedenini daha iyi anlayabilmiş oldum. Yazarın şu yönünü çok sevdim: Gerçeklerden kaçmamayı daha doğrusu kaçamayacak oluşumuzu kitaplarında göstermesi. John Green, bu kadının yanında melek kalır öyle söyleyeyim.
Kitaptan alıntılar:

“Erkeklerle birlikte olmaktan hoşlanmıyor değilim. Zevk alıyordum – yoksa, bunu yapmazdım. Sadece diğer kızlar gibi zevk almıyordum. Ayaklarım hiç yerden kesilmiyordu. Karın boşluğumda kelebeklerin uçuştuğunu hissetmiyordum. Doğrusu, birinin beni kendimden geçirdiği düşüncesi bana son derece yabancıydı. Erkeklerle birlikte olmaktan zevk almamın asıl nedeni kendimi tamamen ve rahatça uyuşmuş hissetmemdi.”

“Birbirimize o kadar yakındık ki aramızdan hava bile geçemezdi ama buna rağmen yeterince yakın değilmişiz gibi hissediyordum.”



"Bakışlarımı onunkilere çevirdim, sonra tekrar tavana baktım. “Demek istediğim, ben bu tür şeyler yaşamıyorum. Bunların hiçbirini istemiyorum. Erkeklerle öpü­şürken hiçbir şey hissetmiyorum. Uyuşukluk dışında. O yüzden bazen Grayson’ın bana o tür şeyler yapmasına izin veriyorum, hoşuma gittiği için değil, hiçbir şey hissetme­mekten hoşlandığım için.” Karşılık vermeyince sessizliği beni rahatsız etti, içinden deli olduğumu düşünüp düşün­mediğini merak ediyordum. “Mantıklı gelmediğinin far­kındayım ve hayır, lezbiyen değilim. Senden önce kimse­den hoşlanmadım ve nedenini bilmiyorum.”Bunu söyler söylemez, gözlerimi sımsıkı kapatıp kolu­mu yüzümün üstüne koyarken kafasını bana doğru çevirdi. Bunu, ondan hoşlandığımı itiraf ettiğime inanamıyordum. Şu an ölebilirdim ve bu bile yeterli olmazdı.Yatağın hareket ettiğini hissettim, bileğimden tutup kolumu gözlerimden çekti. İstemeye istemeye gözlerimi açtığımda, dirseğinin üzerinde doğrulmuş, bana gülüm­süyordu. Benden hoşlanıyor musun?”-Sky, Holder


  
Posted on 13:54 | Categories:

20 Mart 2015 Cuma

KİTAP YORUMU #5 | Asi ve Leviathan -Thomas E. Sniegoski (TheFallen#1)


GERÇEK BİR KEFARET SERÜVENİ

On sekizinci yaş gününde Aaron’ın hayatı tepetaklak oldu. Başına gelen garip olayları, yaşadığı değişimleri, birden ortaya çıkan hayret verici yeteneklerini kimseyle paylaşamıyordu. Delirip delirmediğinden bile emin değildi. Derken gizemli bir adam, aradığı ama hiç de memnun kalmayacağı cevaplarla ortaya çıktı. Aaron bir faniyle bir meleğin oğluydu ve düşmüş melekleri kurtarmak üzere seçilmişti...

Aaron insan yanına tutunmaya çalı?sa da, yeni güçlerini kullanmak zorunda kalacaktı. Çünkü o peşlerine düşmese bile, karanlık güçler Aaron’a ulaşmak üzereydi.


                                        _____________________________________

 Merhaba, millet! Nasılsınız bakalım? Ben, şu an kendimi gayet iyi hissediyorum. Bloğumla başbaşa kaldığım için olsa gerek. Resimden ve başlıktan da anladığınız gibi, bugün yorumlayacağım kitap: ASİ. Kocaman kocaman yazdım, çünkü kitaba saygıdan. Okuduğum ilk nefilimli kitap değildi ama ben zaten çok nefilim ya da melek içeren kitapları okumadım. Okuoku'da kitap 5 TL'den satışa sunulmuştu. Sebebini ben de bilmiyorum, bayağı ucuz yani. Birgün dolanırken bu muhteşem seriyi gördüm. Baktım, iki kitabı alsam 10tl bile etmiyor; dedim ki kendime, "ARE YOU KİDDİNG ME, İDİOT. WHAT ARE YOU WAİTİNG?" 
Aşağılayıcı iç sesime dayanamadım, ve arkadaşım Ezgi ile birlikte siparişimi verdim. Kargoyu açarken yaşadığım mutluluğu nasıl tarif etsem? Evet, edemiyorum. *crying* Açıkcası, kargoyu açarken mutluluğumun yerini acı aldı. Çünkü kargoyu açmayı beceremedim, fazla sabırsızlandım; mutfağa uğradım, elime bıçak aldım ve... Kargoyu açmaya çalışırken elimi kestim. 

Bu kitaba çok yakışıklı, iyi çocuk ve ciddi bir nefilim gençle merhaba diyoruz; Aaron Corbet. Aaron Corbet, yetimhanede birçok kez aile değiştirmiştir. Ama, sonunda Stanleyler onu evlat edindiklerinde bu sinir bozucu süreç sona ermiş, Aaron burada kendisini sanki gerçek ailesiyle yaşıyormuş gibi hissetmiştir. Aaron nefilim yani melez bir çocuktur. Bilmeyenler olabilir ben yine de nefilimin anlamını açıklayayim. Nefilim, düşmüş bir melek ile, fani bir kadının çocuğudur. Aaron'ın nefilim olduğundan haberi yoktur, ancak 18 yaşına kadar... 18 yaşına bastığı anda, duyularında keskinlik hissetmiş, algılama yeteneği daha fazla ilerlemiştir. Üstelik, bilmediği, hiç karşılaşmadığı dilleri bile anlayıp konuşabilmektedir. Hayvanlar da dahil. Aaron, bu olaylardan sonra deli olduğunu düşünmeye başlar. Ayrıca, Aaron'ın bir köpeği vardır ve 18 yaşına girdiğinden beri onunla iletişim kurabilmektedir.

 Genç adam, gün geçtikçe yeteneklerini fark eder. Birgün köpek dostunu yanına alır, ve parkta yürüyüşe çıkar. Yürüyüşleri esnasında yaşlı ve evsiz bir adamla karşılaşırlar; Zeke. İhtiyar, ona duymak istemediği, hiç inanası gelmediği, anca bir delinin uydurabileceği türden şeyler anlatır. Aaron'ın parkta karşılaştığı yaşlı adam, çocuğa Güçler'in her an onu bulabileceğini, kendini koruması gerektiğini söylemiştir. Aaron, bu söylenen sözlerin gerçek olmasından için için korkuyor, bir yandan da kendisini bunların uydurma şeyler olduğuna dair ikna ediyordu. 


 Meleklerden bir grup vardır ve bunlara "Güçler" adı verilir. Güçler, yeryüzünde O'na karşı gelmiş herkesi, emir ve yasaklarına uymayanları cezalandırmak için vardır. Düşmüş bir meleğin, fani bir kadın ile çocuk yapması zaten söz konusu bile değildir. Cennet'ten düşmüş olmak bile O'na karşı bir  hakarettir. Nefilimlerin dünyada büyük tehdit oluşturduğu düşünülür ve kehanetin gerçekleşmemesi için yeryüzünden melezlerin silineceğine dair yemin edilir.(Güçler tarafından.)  Güçler zamanla amacından sapmış, kendini O'nun emri olmadığı şeyler hakkında yormaya başlamıştır. Mesela, gelecekte bir nefilimin tüm düşmüş melekleri affedeceğini, onları Cennet'e göndereceği kehanetinin gerçekleşmesi şüphesi. Kehanetin söz konusu bile açıldığında kötü melekler -Güçler- çıldırıyor, daha fazla vahşet istiyorlardı. 


 Yazarın diline geçecek olursak, bu adam bir harika dostum! Betimlemeleri, olay kurgusu, her karakterin ağzından anlatılan bölümler muhteşemdi. Sadece Aaron'ın tarafından olayları görmedik kitapta. Neredeyse, herkese yer verilmişti. Epilog bölümleri falan da vardı. Bu da kitabı daha iyi anlamamızı sağladı. Keşke bu kitabı daha önce okusaydım, keşke. Okuyun, okutturun!






                        
Posted on 14:44 | Categories:

12 Mart 2015 Perşembe

KİTAP YORUMU #4 | Tuhaf Melekler (StrangeAngels #1)


"Karanlık, tehlikeli ve seksi! Dru Anderson, bağımlılık yaratacak, yeni bir kahraman." -Richelle Mead, New York Times çoksatarı Vampir Akademisi serisinin yazarı

Babam? Zombi. Annem? Öleli çok oldu. Ben? Ah! İste en korkutucu kısım da, bu.

Gerçek Dünya korkunç bir yer. Kötü adamlardan payına düşeni alan, on altı yaşındaki Dru Anderson bunu iyi biliyor. Dru silahlı ve tehlikeli. Önce öldürüp sonra soru sormaya hazır. Bu yüzden de kime gerçekten güvenebileceğini çözmesi biraz zaman alacak. Kendini bildi bileli biraz garipti. Babasıyla birlikte bir kasabadan diğerine geçiyor, geceleri ortaya çıkan yaratıkları avlıyordu. Evet, bu, sıradışı bir hayattı ama kötü de değildi. Ta ki bir kasabada, mutfak kapısında bir zombi belirinceye kadar. Dru yapayalnız, korku içinde ve kapana kısılmış durumdaydı. Yaşamak için aklının ve aldığı eğitimin her zerresine ihtiyacı olacaktı. Yaratıklarsa ava karşılık vermeye kararlı ve mönülerinin yıldızı ise Dru. Genç kızın hayatta kalma şansı var mı? Yoka yakın! 

Şafak sökene kadar dayanabilirse, oyun bitmiş olacak... 

Dru ne kadar özel biri olduğunu keşfedebilecek mi? İntikamlar'ı bekleyin.

Dru Anderson karanlıktan korkmuyor. Ama korkmalı.



                             _____________________________________

  Uzun, çok uzun bir aradan sonra tekrar merhaba! Bazı özel sebeplerden dolayı bloğumu ihmal ettim. Ama gördüğünüz gibi, geri döndüm. Bugün yorumlayacağım kitabıı taa 2015 ocak ayında okudum. 

  Öncelikle, kitabın arka kapağındaki saçmalıktan bahsetmek istiyorum. Bu kitabı okuyan arkadaşlarımla birlikte, kitap üzerinde konuştuğumuzda her zaman bunu söylemeden geçmeyiz. Arka kapak o kadar saçma, o kadar bebeksi ki... Eğer arka kapağı okusaydım, kesinlikle almazdım. Kitabı da Yiğit'ten duyduğum için aldım zaten. Pişman mıyım? Belki, biraz.

 Ana karakterimizin adı Dru Anderson; avcı bir ailenin ilk ve son çocuğu. Tabii, avcı dediğim zaman aklınıza Teen Wolf'daki gibi avcılar gelmesin.

 Dru, annesini yıllar önce kaybetmiştir. Babası ve babaannesi ile birlikte yaşamaktadır. Ta ki, babaannesinin ölümüne kadar. Avcı mesleğinin getirdiği dezavantajlardan bir tanesi de; sık sık taşınmak, ülke değiştirmektir. İlk duyduğunuzda hoşunuza gitmiş olabilir ama düşünsenize, hiç arkadaşınız yok. Tam birine ısınacakken taşınıyorsunuz. Dru, bu durumla birçok kez karşılaştığı için artık eskisi gibi insanlara yakınlaşmaya çalışmamaktadır. Çünkü eninde sonunda taşınacaklarını bildiği için, hem karşısındakine hem de kendisine acı vermemesi için kimseye bağlanmaz. Bunun kendisi için en iyisi olduğunu düşünür. Babaannesinin ölümünden sonra tekrar başka bir yere taşınırlar. (Yerin adını hatırlamıyorum, üzgünüm) 
Dru, yeni okulundan eve geldiği zaman kimseyi bulamaz. Etrafına bakınır ve bir not bulur. Not babasına aittir, ve ona yarın geleceğini söylemiştir. Dru, bu durum karşısında şaşırır, çünkü ava her zaman babasıyla birlikte çıkmışlardır. O süper güçleri olan yaratıkları avlamasa da, babasına yardım etmeye çalışır. Dru, bu notun üzerinde çok düşünür. Daha sonra uyumaya karar verir, uyandığında heyecanlı bir şekilde babasını evde aramaya koyulur. Ama babası evde yoktur, hala gelmemiştir. 

 Babası olmadan bir süre idare ettikten sonra kapısı çalınır. Babasının geldiğini umarak kapıyı açar. Evet, babası gelmiştir. Ama zombi olan hali... Genç kız, şok olur ve ne yapacağını şaşar. Onu öldürmezse, zombi onu öldürecektir. İkili boğuşmaya girdikten sonra Dru onu öldürmüştür. *SPOİLER DEĞİL* Genç kız, bu ıssız şehirde, kimsesiz, bir parasız ne yapacaktır, babasını zombiye çevirenleri bulmak için hangi tehlikeli yolları atlatacaktır? 

 Yazar, karakteri o kadar derin yaratmak istemiş ki, bu kadar acemi olan bir avcı aileyi resmen usta gibi anlatmış. Bu da nolmuş, Feyza'nın sinirlerini oynatmaya yetmiş. Aslında ilk okuduğunuzda biraz hoşunuza gider gibi oluyor ama daha sonra kitap üzerinde düşününce, o kadar da şahşahalı olmadığını görüyorsunuz. Betimlemeri çok uzun tutmuş sayın yazar. Mesela, bir ağaçtan bahsedecek; bu ağaçla yaşadığı olayları iki sayfa civarı anlatıyor. "Nasılsın?" diye sorulduğunda baya düşünüyor, düşünüyor, düşünüyor ve öyle cevap veriyor. Ama olay gidişatını çok sevdim. Her şey, çok hızlı ilerliyor ve kitabın sonuna ışık tutuyor. Sürükleyici idi yani. Tuhaf Melekler'i öneririm ama almak için yanıp tutuştuğunuz onca kitap listesi varken bu kitabı almayı düşünmeyin. En sona bırakmanızı tavsiye ederim. 




Posted on 12:30 | Categories:

22 Ocak 2015 Perşembe

Kitap Yorumu #2 | Kurtlara Söyle Eve Döndüm



Arka Kapak: 
Aşk insanı büyütür; önce hissettirdiği tarifsiz mutluluk sonra kaybetmenin verdiği derin acıyla...

Günün birinde kimselere bahsedemeyeceğiniz türde bir sevgiye kapılırsanız?

En derine gömmeniz gereken ve ne kadar uğraşsanız da bir türlü peşinizi bırakmayan. Yok olup gideceğine zamanla daha da büyüyerek varlığınızı kaplayan ve sonunda ta kendiniz olup size dönüşen bir sevgiye?

Her bitişin yeni başlangıçlara açılan bir kapı olduğunu hatırlatan Kurtlara Söyle Eve Döndüm, önyargıların yalnızca gerçek sevgiye boyun eğdiğinin de güzel bir kanıtı...


Yorumum:
 Merhaba, kitap aşıkları! Bugün, Kurtlara Söyle Eve Döndüm'ün yorumunu yapacağım. Daha önce buna benzer hiçbir kitap okumamıştım. İyiki Kiler indiriminden bulup almışım. *thanks god* Alırken kitap hakkında zerre bilgiye sahip değildim. Böylesi daha iyi olmuş, bence.

 Kitap, June adında ergenlik çağında olan bir kız tarafından anlatılmakta. Bana başta kitap çok değişik ve çok korkunç gelmişti. "Kendi dayısına aşık bir kız, ne kadar normal olabilir ki?" diye düşünmüştüm. June'un hissettiği duyguları kendi ağzından anlatmasıyla birlikte, tüm bu düşüncelerim kayboldu. Bu kadar masum bir aşka şahit olamazdım, sanırsam. Özellikle homofobik insanların bu kitabı okumasını istiyorum. Çünkü, bu kitabı okuduktan sonra hala nasıl homofobik kalacaksınız, merak ediyorum.

June, gayet sessiz ve uyumlu bir kız. Çekirdek bir ailenin en ufak çocuğu. Ablası Greta ile hiç geçinemezler. Bir zamanlar, June'un en yakın arkadaşı Greta iken, June'un ilgisinin Finn'e kayması, abla ve kardeşi birbirine düşürür. 
Kitapta Greta çok acımaz bir karakter. Filmlerde gördüğümüz umursamaz, burnu havada olanlardan.

 Finn, çok yakın bir tarihte AIDS'ten dolayı öleceğini öğrenmiştir. June, Finn'in AIDS olduğunu öğrenince ona eskisi gibi fiziksel olarak yakın durmaz. Kitabın geçtiği zamanlar yani 1987'de, AIDS ile ilgili nerdeyse hiçkimse  hiçbir fikre sahip değildi. Bu yüzden June, tek bir öpücükten kendisine AIDS bulaşacağından korkarak, dayısına fiziksel açıdan mesafeli davranmaktaydı. Dayısı ve Junie'nin arasındaki bağ o kadar değişikti ki.. Junie, dayısına aşık ve hayran. Ama bu hayranlığın bir üst derecesinde. Sevgisi de kendisi kadar masum.

 Finn'i muhteşem biri olarak görüyor ve dünyada eşi benzeri bulunmayacak bir insan olduğuna inanıyor. Onu ortaçağ hayranı yapan bu adama son derece bağlı.

 Junie, okul çıkışlarında kendisini ortaçağda hissetmek için sık sık ormana gider ve değişik oyunlar oynar. Finn'in kendisine hediye ettiği ortaçağ çizmeleri, uzun eteği ve kendisine 2-3 beden bol gelen kazağıyla, ruhunu dışına yansıtmakta. Finn'den başka arkadaşı yoktur ve gerekte duymaz. Ona her zaman Finn'in yettiğini düşünür.

 June, ablası Greta'nın kendisine neden zalimce davranıdığına bir anlam veremez ve çokta üzerinde durmaz. Kitabın ilerisinde Greta'nın bazı şeylerden dolayı kendi duvarlarını ördüğü anlıyoruz.
Finn, öldükten sonra bazı gerçekler ortaya dökülür ve Junie, Finn'in düşündüğü kadar da muhteşem bir insan olmadığını anlar. Tüm bu hareketleri, sanatsal ruhu başka insanların Finn'de beden bulmuş halidir. Kitabın adının neden Kurtlara Söyle Eve Döndüm olduğunu da açıklamak istemiyorum, kendiniz okursanız daha fazla anlam çıkarırsınız, eminim.

 Yazarın ilk kitabı olmasına rağmen, bu kadar ustaca yazması beni şaşırttı. En ufak bir olayı bile, kullandığı o müthiş kelimeleriyle süsleyerek, çok değerli bir hale getirmiş. Betimlemeleri, olay döngüsü her şeye bayıldım. Karakterler o kadar derin yaratılmış ki, bazen ben bile anlamakta güçlük çektim. Bazı bölümlerini birkaç kez okudum. Elimde olsa, sonsuza dek bu kitabı okurdum. Tabii, böyle bir şey imkansız. 2015'de okuduğum en en en iyi kitaptı!
Kurtlara Söyle Eve Döndüm'e verdiğim puan: 5/5
Sizlere kitapta en beğendiğim alıntıları paylaşmak istiyorum.

"Ona büyüyünce evimin nasıl olacağını anlatıyordum. Finn gülümseyerek bana dönmüştü.Gözleri herzamankinden daha maviydi sanki. "Sen tam bir romantiksin, June," demişti.
 O sırada Finn'e çok yakın duruyordum. Sergiyle ilgili anlatacağı hiçbir şeyi kaçırmamak için hemen yanındaydım. Ama bunu duyunca geri sıçramıştım ve öyle bir kızarmıştım ki neredeyse nefes bile alamıyordum. Vücudumdaki bütün kan yanaklarımda toplanmıştı ve kalbimin etrafındaki deri kanın çekilmesiyle şeffaflaşmıştı sanki.
 "Romantik falan değilim," demiştim olabildiğince çabuk davranmaya çalışarak. Yüzümü öteki tarafa çevirdim. Finn'in ne kadar utandığımı görmesinden korkuyordum. Kafamdan geçen tüm o tuhaf düşünceleri anında okuyacak diye ödüm patlıyordu.
 Sonunda ona yeniden baktığımda yüzüne tuhaf bir ifadeyle bana baktığını görmüştüm. Sadece bir saniyeliğine. Bir an için yüzünde belirip kaybolmuştu. Sonra bunun üzerini örtmek istercesine gülümsedi.
 "Bir romantiksin, dedim aptal. Çifte kumru romantizminden bahsetmiyorum. Bana omuz atacakmış gibi eğilmişti ama sonra geri çekildi. 
 "Aradaki fark ne ki?" diye sordum temkinli bir biçimde. 
 "Romantik olmak demek her zaman güzel olan şeyleri görmek istiyorsun demektir. İyi olan şeyleri. Hayatın acı gerçeklerini görmek istemediğin, her şeyin sonunda yoluna gireceğine inandığın anlamına gelir."
 Tuttuğum nefesi bırakmıştım sonunda. Bu çok kötü sayılmazdı.Yanaklarıma toplanan kan sonunda dağılmaya başlamıştı.
 Cesaretimi topladıktan sonra, "Peki, ya sen?" diye sordum Finn'e. "Sen de bir romantik misin?"
 Finn bir an durup düşündü. Sonra gözlerini kısarak bana baktı; geleceğimi görmeye çalışıyormuş gibi. O an böyle hissetmiştim. Sonra, "Bazen. Bazen bir romantiğim, bazen de değilim."

"Hayatta insanlara ikinci bir şans verildiğini mi sanıyorsun? Buna mı inanıyorsun? Ben sana söyleyeyim, ikinci şans diye bir şey yok. Bu fırsatlar birdenbire yanı başında bitiverir ve sonra ne olduğunu bile anlamadan... sen daha ne olduğunu bile anlamadan uzakta, geride kalmış bir hayale dönüverirler. Sonra ne olacak peki? Sonra elinde ne kalacak? Ben sana söyleyeyim ne olacağını, beni arayıp keşke seni dinleseydim diyeceksin. Keşke şans kapıma kadar gelmişken peşinden gitseydim diyeceksin. Keşke..."

"Her gece odanda ne dinlediğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Requem'den haberim olmadığını mı? O müziği Finn'e ilk kim dinletti sanıyorsun? Güzel olan şeylerden anlayan bir tek o değil"


17 Ocak 2015 Cumartesi

Kitap Yorumu #1 | THE 100





Arka Kapak:
Onlar Yalancı, Onlar Hırsız, Onlar Asi, Onlar Kahraman Onlar İnsanlığın Kaderini Belirleyecek 100 Genç...

Yaşanan nükleer felaket dünyanın sonunu getirmiş, bu büyük felaketten sağ kurtulan insanlar 300 yıl boyunca Dünya'nın yörüngesindeki bir uzay gemisinde varlıklarını sürdürmüştür. Tükenmeye yüz tutan kaynaklarla koloniyi ayakta tutmaya çalışan yöneticiler, nüfusu kontrol altında tutmak için en sert tedbirleri almakta, hafif suçlar için bile idam cezası uygulanmaktadır. Öyle ki çocuk suçlular on sekiz yaşına geldiklerinde idam edilmektedir. Ama ölümlerini bekleyen bu gençlerin artık çok önemli bir görevi vardır. Gözden çıkarılmış genç suçlulardan oluşan 100 kişilik bir ekip, geçen zaman içinde yerleşime hazır hale gelip gelmediğini test etmek için Dünya'ya gönderilecektir. Koloninin geleceği, onların elindedir. 

100 ekibi farklılıklarını, geçmiş hesaplaşmalarını bir kenara bırakıp birleşmeli ve bilinmezlerle dolu Dünya'da hayatta kalmaya çalışmalıdır. Ama ihanetler, sırlar, henüz bitmemiş ve yeni başlayan aşklar gün yüzüne çıktıkça bir arada kalmaları gittikçe zorlaşacaktır.

                                     Tür: Dystopia, Young Adult
                                     Goodreads Puanı: 3,46
                                     Orijinal Adı: The 100
                                     Sayfa Sayısı: 300
                                     Baskı Yılı: Eylül 2014
                                     Çeviri: Arın Zengin
                                     Yayınevi: GO Yayınları / Beyaz Balina

YORUMUM: 
  Merhaba, az ama benim çok değer verdiğim okuyucu kitlem. Kitap yorumu yapmayalı baya olmuştu sanırım. Ben de dönüşümü The 100 ile yapmak istedim. Bu kitabı birçok kişi ağızından düşürmüyor, her yerde "The 100 harika!" diye dolanıyordu. Pes ettim, ve The 100'a bir şans vermeyi düşündüm. Önce kapağından, daha sonra konusundan bahsedeyim.

Go! yayınevi, orjinal kapak kullanmış. Bu yüzden benden kocaman bir artı alıyor. Ayrıca, mıknatıslı kapak fikri ise muhteşem. Orjinal kapak olduğu gibi, dizi kapağı da mevcut. Ben Okuoku alışverişimde dizi kapağı istemememe rağmen, bana dizi kapağı yolladılar. Ben orjinal kapağına aşık oldum, cidden. Ama dizi kapağı kötü mü? Kesinlikle, hayır! Öyleyse, hemen konusuna geçeliiiim!

 300 yıl önce dünyada yaşanan nükler patlama sonucu birçok insan hayatını kaybetmiştir. Hayatta kalmayı becerebilen insanlar ise, bir uzay gemisinde hayatlarını sürdürebileceklerini düşünmüşlerdir. Nükler patlamadan kaçan insanlar, uzay gemisinde hayatta kalmayı başarmışlardır. Ama uzay gemisi sonsuza dek yaşanabilecek bir alan değildir. Sadece kısa bir zaman için yaşanabilecek bir yer olarak inşaa edilmiştir. Klasik distopya kitaplarında gördüğümüz gibi; her zaman iki taraf karşı karşıya olur. Bu kitapta da son derece şahşahalı ve diğer insanlara göre çok iyi koşullarda hayat süren insanlar, Phoenix'liler olarak adlandırılır. Phoenix'lilerin yaşadığı güvertenin dışında kalan bölüm ise Walden ve Arkadya'dır. Burada yaşayan insanlar, Phonenix'tekiler gibi rahat yaşayamazlar. Suçlular her zaman Walden ve Arkadya'dan çıktığı için insanlar, onlara ucube gözüyle bakmaktadır.

 Bilim kurgu katagorisine giren bu kitabın bildiğiniz gibi dizisi de var. Ancak şunu söylemeliyim ki; kitap ve dizi bambaşka. Dizide olan bir karakter, kitapta yok. Bu da kitap ve dizinin birbirinden çok farklı olduğunun en iyi tespiti. Kitap dört kişinin ağzından anlatılıyor. Clarke, Wells, Bellamy ve Glass.

 Clarke, 17 yaşında ve doktor adayı bir genç kızdır. İşlediği suçtan dolayı bir hücreye kapatılmış, 18.yaşına girmesini beklemektedir. Çünkü Koloni'de suçlu çocuklar, 18 yaşına kadar bekler, infaz edilirler. Ya af olunur, ya da vücutlarına bir iğne aracılığı ile zehirli -ölümcül- bir madde aktarılır. Bu madde kişinin ölmesini sağlar. Suçlular, öldürüldükten sonra cesetleri boşluğa bırakılır, ordan oraya sürüklenirler. Clarke'ın neden bu hücrede olduğunu anlamak, diğer karakterlerinkinden biraz daha geç oluyor. Meraktan çatlayabilirsiniz. Ben ne yaparsam yapayim Clarke'a ısınamadığımı da belirtmek isterim. Kız ağızıyla kuş tutsa bana göre yine soğuk, yine soğuk.

 Wells, Şansölye'nin -Koloni'nin başkanı- başarılı ve zeki oğludur. Clarke ile geçmişte bir ilişkileri olmuştur ama bunu berbat eden yine Wells'tir. Ben Wells'i ne sevdim, ne de sevmedim. Ama yapmış olduğu şey beni cidden çok üzdü.

 Bellamy, Walden'da yaşayan asi ve ailesini tek başına geçindirmeye çalışan güçlü bir karakterdir. Koloni'nin çok katı kuralları vardır. Uzay gemisi, her yıl daha da kötü sonuçlar veriyor, insanların burada ömürlerini devam ettirebileceği şansını azaltıyordu. Koloni, düzeni sağlamak için katı kurallar koymuş ve 300 yıldır varlığını sürdürmektedir. Kurallardan bir tanesi de; bir ailenin en fazla bir çocuğunun olmasıdır. Ama Bellamy'nin güzeller güzeli ve küçük bir kardeşi vardır. Eğer muhafızlar bu durumu öğrenirse, Koloni halkının kararıyla birlikte; Bellamy'nin annesini idam eder, Bellamy ve Octovia'yı bakım evine yollardı. Böyle bir şeyin olmaması için; Bellamy ve annesi, Octovia'yı çok iyi saklamış, kimsenin görmesine izin vermemiştir. Bir gün Octavia, Koloni tarafından suçlu bulunur ve 18 yaşına gelip idam edilinceye kadar bir hücreye kapatılır. Bellamy, yıllarca kardeşini her beladan uzak tutarken, evlerine baba olurken Octavia'nın idam edilecek olması onu çok sarsmıştır. Octavia'nın neden hücreye kapatıldığını da çok sonra öğreniyorsunuz. Bellamy, çok ama çok güçlü bir karakter. Onu sevdiğimi itiraf etmeliyim ^^

 Glass, ahh benim kadınım. Kitapta en sevdiğim karakter diyebilirim. Kendime o kadar yakın hissettim ki! Diğer karakterlerin hissettiği duyguları tam olarak soluyamazken, Glass'ı bu kadar çok sevmem de hayret edici. Glass, Wells'in en iyi arkadaşıdır ve Phoenix'te yaşamaktadır. Birçok Phoenix'liye göre son derece mütevazi ve kibardır. O da henüz 18 yaşına girmediğinden, Koloni tarafından bir hücreye kapatılır ve idam günün gelmesini bekler. Onunda neden hücreye kapatıldığı bir sır. Ama gizemi çözdüğünüzde, çok şaşıracaksınız.

 Koloni'de yaşayan insanların bu yüz çocuk suçlunun dünyaya gönderileceğinden haberi yoktur. Hatta suçluların hiçbiri ne olduğunu farkında değildir. Şansölye'nin oğlu Wells, bu 100 suçlunun dünyaya gönderileceğini öğrendiğinde, çılgına döner ve kendisini hücreye sokmanın bir yolunu arar. Bunların hepsini eski sevgilisi Clarke için yapmaktadır. Kimsenin haberi olmadığı bir anda Şansölye ve muhafızlar, yüz suçlu çocuğu iniş gemisine gizli bir şekilde götürür. İniş gemisindeyken kaçmayı başaran; Glass olur. Eh, kitapta bir kişinin uzay gemisinden bilgileri aktarması lazımdı ve yazar bunu iyi detaylar ile yakalamış.

 Kass'in anlatımında bazı pürüzler vardı. Kitabı başlarda tam olarak anlayamadım. Daha sonrasında anlatım biçimini güçlendirdiği için aklımda daha net oluştu, her şey. Karakterlerin hissettiği duyguları, okuyuculara pek iyi aktaramadığını düşünüyorum. Distopya kitaplarının çoğunda olduğu gibi, bir sınıf ayrımı var. Ama bunun neden olduğunu hala anlayabilmiş değilim. Yazar, distopya kitaplarındaki gibi olsun diye sınıf ayrımını yapmadan geçmemiş. Dil anlatımı başta çok basitti fakat daha sonra güçlenmeye başladı. Heyecan bazı noktalar hariç hiç yoktu diyebilirim. Ama bunun sebebi ise, Koloni'de olan olayları, karakterlerin neden hücreye atıldığını anlamamız içindi.

 Tamam, bu 100 çocuk dünyaya gönderildi. Ne yapıyorlar ki sanki? Ben daha güzel, daha maceralı ve heyecanlı şeyler olur diye bekliyordum. Sıkıntıdan patladım diyebilirim. Kitabın bitmesine son 100 sayfa kala, kitabı az da olsa beğenmeye başladım.

 Yazarın betimlemeleri oldukça iyi. Aklımda daha iyi canlansın diye The 100 dizisinin fragmanlarını izlemedim, değil.

 Bazı karakterlerin almış olduğu kararları, yaptıları hataları çok gereksiz buldum. Okuyanlar ne demek istediğimi anlıyorlardır. Glass ve Bellamy kitaptaki en cesur iki karakterdi. Glass'ın olduğu bölümlerde, diğer bölümlere nazaran, duygu çok daha yoğundu. Heyecan, merak ve macera hepsini barındırıyordu. Ama Clarke hakkında konuşacak olursak, ona hiç ısınamadım. Bir şey yaptığından değil. Gayet iyi bir rol oynuyordu ama bazen ne yapsan da ısınımazsın ya hani, aynen öyle oldu. Kitabı okuyan bazı arkadaşlarım, okurken ağladıklarını söylediler. Bence ağlanacak hiçbir şey yoktu. Sadece Glass'ın yaşadığı o romantik anlarda gözlerim doldu.

 Kitabı tamamiyle beğenmedim, demiyorum. Yapacak bir işiniz olmadığında, zaman öldürmek için okuyabileceğiniz bir kitap olabilir. Çerez niyetine okuyabilirsiniz yani.. Ama almak istediğiniz birçok kitap varken, The 100'ı en son satın alabilirsiniz. Kitabı çok beğenlerde var, beğenmeyenler de. Ben ikisinin de ortasındayım, sanırım.

 Kitap yorumum bu kadardı, canlar. Umarım beğenmişsinizdir. Beğendiyseniz, yorum bırakmayı unutmayın, lütfen. Bu arada, hala oylama sistemini yapmayı beceremediğimden vermiş olduğum puanı yazarak belirtiyorum. *iç çekerek, gözlerindeki hüzünü kimsenin görmesine izin vermez* Bir sonraki yayında görüşmek üzere, hoşçakalın!

THE 100'IN BENDEN ALMIŞ OLDUĞU PUAN: 3/5